espiriler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
espiriler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Şubat 04, 2012

ve hayatların kesiştiği noktadan "son"a

bu hikaye çok güzelmiş dayanamadım papatyadiyarı...ından aldım Ve hayatların kesiştiği noktadan “son”a ! Yollar vardır, dümdüz, alabildiğine ufuk çizgisine uzanan, engelsiz, kolay! Yollar vardır, virajlı, değil ufku, dönünce ne çıkar karşınıza bilemezsiniz... Hep endişe vardır, bilinmezliğe duyulan korku! Ve yollar vardır, kesişen, hiç ummadığınız zamanda ve hiç tahmin etmediğiniz yaşamlarla... Belki de birbirinden çok farklı ama benzer hissedişlerle... Yaşam sizindir sizin olmasına da, bir güç vardır çizen, kararları kendiniz verdiniz sanırsınız, aslında kalbinize ilham edilene uyarsınız yalnızca... Hepimiz elimizde bir sonra ki nefes için verilmemiş senaryolarımız, kendi filmimizin başrolünü oynarız. oynarkende nâcizane minik senaryolar yazarız, düşsel öyküler, işte onlardan biri!... :)) ..yüreği yaşadığı herşeye rağmen coşkuyla çarpan bir papatya varmış, herşeye ve herkese rağmen yüreği hep umut dolu, neşe dolu, sadece gözleri ile yüreğini konuşturan, dili ile de hep mutluluk, hep hoşluk, hep sevgi aşılamak isteyen gönüllere... başarırmış da çoğu zaman, damla damla elmas dökülürken bile gözlerinden, gülümsermiş... Hep “ben çok mutluyum!” dermiş. Espiriler yapar, muziplikler yapar, “en azından başka gönüller meftûn olsun” dermiş... Yüreğinin acıyan bölümüne düş bulutları serpiştirmiş, en çok orada zaman geçirirmiş! Bulutları hiç aralamazmış, çünkü araladığı anda simsiyah gökyüzü, gökgürültüsü ile çakan şimşekler, rahmet olgusundan uzak şiddetli yağmur, yıkılmış harabeye dönmüş bir yürek kentinin üzerine yağar görür ve korkarmış papatya... O yüzden hiç aralamazmış bulutları... “Almadan vermektir SEVGİyi aslolan” der ve öyle yaparmış... “Sevgiyi karşılıksız verdiğiniz de misli artarak döner zaten kişiye, ER yada GEÇ” dermiş... “Lüzumsuz bir inançla koparsalar da benim yapraklarımı, yine de kalan son yaprağım ‘seviyor’ diyerek umut olsun gönüllere, bu yeter bana! Gerçek sevgiyi umut besler, bilirim!” der, gülümsermiş... :) Gülün gururuna, menekşenin güzelliğine, manolyanın cazibesine ve orkidenin asilliğine rağmen ben daha güçlüyüm dermiş, çünkü benim kocaman SEVGİ dolu bir yüreğim ve baktığımda ‘yürekleri gören’ gözlerim var!... Gün gelmiş papatyanın sıradan yaşamı çetin yürek savaşları vermiş, gün gelmiş elmaslardan okyanuslar oluşturmuş da tek yıldızlar şahit olmuş, gün gelmiş “ne kadar mutlusun” diyen gözlere gülümseyerek bakmış da, anlatamamış!... Oysa ki denizlerin durgunluğu ve gecenin yakamoz güzelliğinin ardında, derinlerde ne batık gemiler, ne fırtınalar ve nede yosun tutmuş inciler vardır da bilinmez!... “..Sevmektir oysa yaşamak, yaşama anlam katmaktır sevmek!...” Papatya yaşıyomudur bilinmez ama nefes alıp veriyordur, belki de almıyordur da yalnızca veriyordur!... (kimbilir!) Bir amacı vardır en azından, insanları gülümsetiyordur. onlar gülümsedikçe kendiside gülümsüyordur ve gülümsedikçe de düş bulutlarının altında ki yıkık kenti daha az anımsıyordur... Papatya bir anda yıllar öncesine döner, o yaşam nehrinin şiddetli akıntısına bırakılmadan öncesine! ve yine yüreği ile bir olup gülümser dudakları... “keşke” der, “keşke ‘sihirlideğnek masalım’ gerçek olsa!” “Kendi yaşamım aynı kalması pahasına güzelleştirebileceğim diğer yaşamlar adına!” “Zirâ çok güzel anlar yaşadım geçmişte, öyle güzel, öyle doyumsuz anlardı ki, ‘bir ömre bedel’ olanlardan...” Birkaç dakika da papatya tüm yaşadığı anları yeniden yaşadı ve aynı mutluluğu, aynı coşkuyu, kalıbına dar gelen yürek çırpıntılarını yeniden hisetti... Ve iki damla elmas az bile bu hissedişe diye düşündü!... (..güzeldi be papatyam, çok güzeldi!...) ..Buğulu bakışlarla döner papatya anılardan-anlardan... Yaşamın acımasız nehrinde kendini akıntının yönüne bırakmış, en azından çevresinde ki güzellikleri izleyerek ‘son

nirmiş... Aslında kendini akıntının yönüne bırakmadan evvel tutunmuş, kurtulmak ve kurtarmak için! çok denemiş, çok çabalamış, çok savaşmı ama başaramamış... Yanlışmı oynamış, yanlışmı oynanmış k
endide bilmiyormuş... Artık bildiği tek şey çok yorulduğuymuş... Bırakıvermiş kendini yaşam nehrinin acımasız akıntısına... Bir süre sonra papatya ‘öz’ünün artık hiç konuşmadığını fark etmiş, derin bir sessizliğin içinde kaybolduğunu düşünmüş, o artık bir papatya değil, hep başkalarının sevdiği çiçeklerin kalıbına giren bir RUH olmuş!... Yüreğinde ölüm sessizliği, gözlerinde yabancı bakışlar, dudaklarında başka cümleler varmış... Durdurmuş bir anda yaşamını, akan nehri ve hatta dünyayı!... Durmuş ve düşünmüş, “bu nasıl olur, bu ben değilim, ben bir papatyayım, bir kırçiçeği! özgür ruhumu başka çiçeklerin kalıbına koymaya kimsenin hakkı yok! bu hakkı nasıl onlara ben verdiysem (başkalarının mutluluğu adına!) almayada ancak ben sahibim!...” der... “Yeniden dönmeye başlayan dünya da ve akan nehir de sürüklenmeye devam edecek olsam bile, en azından kendim olarak, papatya olarak ve kendi yüreğim ile, kendi bakışlarım ve kendi ifadelerim ile devam edeceğim...” “ÖZLEMlerimi başka yürekler de yaşatacağım, almayı beklemeden ve hatta düşünmeden sevgi-umut vereceğim, insanları gülümseteceğim ve sadece kendi kararlarına kendilerinin hâkim olması doğrultusunda tohum ekeceğim yüreklerine, bu benim yaşam amacım olacak...” der ve nehrin hızlı akıntısın da sürüklenmeye devam eder... Eder etmesine de artık daha bir farklı bakıyodur etrefına, bu akıntıda ve yüreğinde ki yıkık kente rağmen daha bir güzel görüyordur gökyüzünü, ağaçları, çiçekleri, özgür ruhu gibi süzülen kuşları, gökkuşağını ve tüm renkleri... “İşte” der, “sanırım benim aradığım bu, yaşam her renk ve tonda, bunu kabullenerek devam etmeliyim...” “Ve amacıma ulaşmak için nasıl bir yol izlemeliyim!” diye de düşünüyordur bir yandan da... Çok geçmez akıntıda bir dal belirir, uzun zaman uzaktan bakar bu dala...(!) pek cazip gelmez vakit geçirmek için oyunlar oynar önce o dal ile, öyle ki rekorlarını kimse kıramaz... :)) Sonra başka yönlerini keşfeder, ilgisini çeker, “amacıma araç olabilir” diye düşünür, (bu dal gerçekten var mı? yoksa benim hayal gücüm mü?) (gerçek olmayandan gerçek hissedişler olabilir mi?) “zaman” der yine, her zaman ki gibi, “zaman!” ..ki herşeye en iyi ilaç değil mi!? *(bülbül gül dalında eyliyor figân güllerde vuslatın gözyaşları var bitsede ayrılık, dinede hicran her anın başka bir ızdırabı var...) *..ne alâkâ, içimden geldi işte :))) Zaman herşeye en iyi ilaçtır da yine de iyileşen yaralar da (ki derin ve hâlâ açık bir yara) “iz” kalır maalesef... Zaman yaraları iyileştirir ama unutturamaz! belki önceliğini yitirir... İşte o dalda birşeyleri unutturamadı ama öncelik sırasını değiştirdi şüphesiz... Yada öyle inanmak istedi papatya! Dalı inceledikçe yeni şeyler keşfetti, onunla ilgilendikçe unutuyordu yıkık kenti!... Ve bir gün dalın aslında tek bir parçadan değil, yüzlerce-binlerce ve hatta milyonlarca hücre(!)den oluştuğunu fark etti... Her biri bir ‘alem’ olan hücreler! Ve şimşekler çaktı bu defa gülümseten, işte ‘son’a giden bu nehirde o hücreler ile ilgilenebilir ve zamanı da böylece daha farklı kullanabilirdi... Arasında mesafe vardı dal ile ama yine de uzaktan bile olsa deneyebilirdi... Dalı oluşturan hücrelerin! en azından minik bir bölümüne, yüreklerine şifa olabilirdi, papatyayadı o, umut veren, gülümseten, özgür ruhu ile özlemlerini yaşatacağı gönüller bulabilirdi... Buldu da!... Her hücre bir alemdi ya! neler vardı, neler! yaramazlar, saflar, yalancılar, akıllı geçinenler, başka hücreler ile acımasızca oynayanlar, fazla meraklılar, bilgililer, yardım severler ve güzel yüreklerde vardı... (..ki papatyaya göre hepsi şüphesiz güzel yürekti ya, yaşam kimbilir nasıl o güzel kalpleri karakutulara kapattırdı!...) Papatya gönül gözü ile hemen tanırdı ve ona göre bir yol izler, ona göre yapabileceği şeyleri yapmaya çalışırdı... Ama bir yandan da artık içinde ki ses ona, ‘yardım etmek, gülümsetmek hoş da, burada tam anlamı ile gönlü gönlüne denk biri yok!’ diyordu... Duymazdan geliyordu papatya iç sesini... Çünkü burada bulunma amacı kendisine ‘gönül dostu’ bulmak değil, yeni tanıdığı bu alemde ihtiyacı olduğunu düşündüğü gönüllere bir parça şifa olabilmekti... (ve kendi yüreğinde ki yıkık kenti unutmak!) Süre gitti bir zaman bu... Ama artık hücrelerde (+) & (-) olarak ayrılıyordu... Ve bir gün (+) hücrelerden biri farklılaşmaya başladı, önceleri hikayesi ilginç geldiği için ve diğer muhâtabını da tanıdığı için farklı ilgilendi onunla, daha sonra farkını fark ettirdi, gerçekten özeldi o!... O da kendisi gibi bir çiçek ruhu taşıyordu, Yasemen çiçeğinin ruhunu! “Yüreği yüreğime denk” diye düşündü papatya... Sedr-e şifa gibi! Ama yüreği acıyordu çiçek ruhunun, çaresizce ruh eşi olduğunu düşündüğü Çınar ağacının ruhunu arıyordu... İlk zamanlar Yasemen çiçeğinin ruhu, papatyayı, Çınar ağacının kılık değiştirmiş ruhu sandı... İlginç diyaloglar yaşandı, nice sonra inandı çiçek ruhu! İşte o inançtan sonra çok şey değişti aralarında papatya & çiçek ruhunun... Çok iyi dost ve sırdaş oldular, tek yanlı bir sırdaşlık belki!... Çiçek ruhu ona herşeyini anlatır, temiz yüreğinde ki tüm hissedişlerini, coşarlar bazen birlikte, öylesin eğlenirler ki “ömre bedel anlar” yaşar papatya... Ve bazen elmaslar döker çiçek ruhu, ezilir papatya tüm gökyüzü yüreğine çöktü sanır, bu güzel yürek karşısında kendisini çok kirli hisseder... Oysa ki daldan gözünü çevirdiği anda dal ile ilgili hiçbir şeyi yaşamına taşımayacaktır, söz vermiştir kendine... Dala baktığında tüm yüreği ile onun için çalışacak ama bittiği anda kendi yaşamına dönecektir... Çiçek ruhundan önce de hep böyle yapmıştır, ama artık olmuyordur, onu aklından çıkaramıyor, “onun için ne yapabilirim” diye durmadan düşünüyordur ve araştırıyordur... Zaten o güzel gönül dostunun karşısın da doğru olmayan yaşamı ile eziliyordur, “en azından onun için doğru birşeyler yapayım” diye düşünür... İlk zaman Çınar ruhunun doğru bir seçim olup olmadığını sorgulaması yönünde düşünce oluşturmaya çalışır & çeşitli düşünce oyunları oynar papatya, ama başaramaz, çiçek ruhu hislerinden kesin emindir... İşte orada eli kolu bağlanmıştır papatyanın, atacağı her adımı dikkatli atması gerekiyordur, zira söyleyeceği her kelime yada davranışı, gerçek bir aşkın bitmesine neden olabilirdi... Ama bir de madalyonun diğer yüzü vardı, ya “gerçek aşk”, “gerçek” ve de “aşk” değilse!? Bir sabah papatya gönül dostu ile açık ve net bir konuşma yapmaya hazırlanır... O gün erkenden uyanır, önce sabah serinliğinde nehrin serin sularının şırıltısı ve nehrin kenarında ki ağaçların yaprak hışırtısı ile eşsiz melodiler oluşturan kuşları dinler, uzun süre gökyüzünü izler, ve “vakit” der! “konuşmalı ve çiçek ruhumu artı-eksileri ile bildiğim ve bu zamana kadar ki deneyimlerim ile herşeye hazırlamalıyım” muhteşem bir güne “merhaba”nın ardından tam birşeyler söylemeye başlayacaktır ki çiçek ruhu o gece gördüğü ilginç rüyadan bahseder, donar kalır papatya, “yaşamın sırlarından biri mi tecelli ediyor acaba” der ve susar... alıntı eylül cankar